24 Kasım 2013 Pazar

Masal okuma


Masal okuma ile ilgili güzel bir yazıyı sizlerle paylaşmak istiyoruz, çocuklarımız sesli masal dinlemeyi çok seviyor olabilirler ama lütfen çocuklarımıza masal okutalım..

Masal, olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren yaşanmamış sözlü halk hikâyesidir. Masallarda zaman ve mekan kavramları bulunmamaktadır.  Küçük ve akılda kalıcı tekerlemeler ile başlar. Masallar çeşit olarak hayvan, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü masallar ve zincirlemeli masallar gibi çeşitlere ayrılır. Masalların özellikleri ; olağanüstü konuların yanı sıra kahramanlar üst düzey özelliklere sahip olabilir. Yer ve zaman kavramı bulunmaz. Sonu öğüt ve ders verici nitelikte olabilir. Kalıplaşmış tekerlemeler ile başlar ve mutlu son ve tekerlemeler ile biter. Hayal ürünü olup sanatsal kurmaca metinlerdir. Yazılı ve sözlü edebiyat ürünü masalların finalinde her zaman iyiler kazanır.

Okul öncesi çocuklara masalı nasıl okumalısınız ? Masal okumanın püf noktaları nelerdir ? Çocuklarınız için masal kitabı seçiminde oldukça dikkatli olmalısınız çünkü, çocuklar küçük yaşlarda kahramanlardan ciddi derecede etkilenebilir. Masalı çocuğunuzun ve sizin keyif alabileceği saatlerde okuyun ki akılda kalıcılığı artsın, kullanacağınız ses tonu, jest ve mimiklere çok dikkat edin ki anlatımınız en üst düzeyde olsun. Almış olduğunuz masal kitabında bulunan resimler üzerinde çocuğuna ufak sorular sorun sonra kendiniz yardımcı olun. Sürekli aynı masalı okumanızı istese dahi bıkmadan ve sabırla o masalı çocuğunuza okuyun.

Masal diyarı sitemizde çocuklarımız için özenle seçilmiş yüzlerce türk masalları ve dünya masallarından seçme masallar bulunuyor. Her gün bu masalları çocuklarınıza okumaya/okutmaya özen gösterin. Eğer çocuğunuz uyumak üzereyse alçak ses, canlı ve dinç ise yüksek ses tonuyla masalı orta hızda okuyun. Çocuğunuzun gelişimine katkı sağlayacak olan sorular sorun “ Sence devamında ne olacak ? Sen olsan ne yapardın ? ” gibi sorular sorarak zihinsel gelişimine katkı sağlayacaksınız.

Masalı okuduktan sonra çocuğunuzda o masal hakkında bir resim çizmesini isteyin ana fikri doğru anlayıp anlamadığını bu yolla ölçebilir eğer anlamadıysa masalı tekrar okuyup ana fikri bulmada yardımcı olabilirsiniz.

16 Eylül 2013 Pazartesi

Pinokyo

Pinokyo masalı Bir varmış, bir yokmuş çook eski bir zamanda küçük bir kasabada Geppetto adında ihtiyar bir oyuncakçı yaşarmış. Yaptığı tahtadan oyuncakları satarak geçimini sağlarmış. İhtiyar oyuncakçının hayatta üzüldüğü tek şey bir çocuğunun olmamasıymış. Bir çocuğunun olması için neler vermezmiş ki. Bir gün yeni bir oyuncak yapmak için ormana gidip kütük aramaya başlamış. Derken tam aradığı gibi bir kütüğü bulmuş. – İşte tam aradığım gibi bir kütük. Bununla çok güzel bir kukla yapacağım, diye sevinerek kütüğü sırtladığı gibi oyuncakcı dükkanına taşımış. Tezgahın üzerine koymuş. Başlamış yontmaya. Geppetto kütüğü yonttukça kütükten “ah ah!” diye sesler geliyormuş. Geppetto usta: “Nereden geliyor bu ses,, diye düşünmüş. “Herhalde bana öyle geldi” diye içinden geçirmiş. Derken kuklanın önce kafası sonra da vücudu daha sonra da kolları ile bacakları şekillenmeye başlamış. Geppetto usta en sonunda kuklayı bitirmiş. Onu sandalyenin üzerine oturtmuş. Ortalığı temizlemeye başlamış. O ortalığı temizlerken, “Merhaba” diye bir ses duymuş. Sesin nereden geldiğini anlamak için başını çevirmiş. Ortalıkta sandalyenin üzerinde oturmakta olan kukladan başka kimsecikler yokmuş. Yine yanıldığını düşünerek işine devam etmiş. Az sonra kukla oturduğu sandalyeden hopladığı gibi odanın içinde dansetmeye başlamış. Olanları gören Geppetto ustanın şaşkınlıktan ağzı bir karış açılmış. – Aman Allahım! Bu kukla canlı. “Tam da benim istediğim gibi bir çocuk” demiş. Etten kemikten değilmiş ama tıpkı bir çocuk gibi gülüyor, koşuyor, oynuyormuş. Kukla çocuğu kucağına alıp; – Sen gerçek bir çocuk gibisin. Senin adın Pinokyo olsun, demiş. Artık Geppetto ustanın hiç canı sıkılmıyor, günlerini Pinokyo ile ilgilenerek geçiriyormuş. Bir süre sonra Pinokyo’nun okula gitmesi gerektiğini düşünmüş. Ancak Pinokyo’nun ne defteri varmış ne kalemi. Geppetto ustada da hiç para olmadığından paltosunu satarak, aldığı parayı Pinokyo’ya vermiş. – Al oğlum bu parayla kendine defter kalem al. Güzelce okuluna git, demiş. Pinokyo parayı avucuna almış yola koyulmuş. Neşe içinde yürüyormuş. Merakla etrafına bakınıp, yol üzerindeki dükkanları, pazar tezgahlarını, bağıran insanları izliyormuş. Bu arada yolun başındaki kalabalık dikkatini çekmiş. Kalabalığın arasına dalıp ne olduğunu öğrenmeye çalışmış. Kalabalığın önünde kocaman renkli bir çadır duruyormuş. Bu şehre yeni gelen sirkin çadırıymış. Çadırın önündeki palyaço bağırarak müşteri topluyormuş. Pinokyo çadırın içerisinde ne olduğunu merak edip, kalabalığın arasından geçip çadıra girmek istemiş. Palyaço, Pinokyo’ya içeri parasız girilemeyeceğini söylemiş. Pinokyo içeride olanları çok merak ettiğinden, Geppetto ustanın okula gitmesi için verdiği parayı uzatmış. İçeriye girince çadırın ortasına kurulan sahnede oynayan kuklaları görmüş. – Hey! Bunlar da benim gibi tahtadan, diyerek sahneye kuklaların arasına çıkmış. Kuklaları izleyen kalabalık Pinokyo’ya kızmış. – Çekil oradan sahneyi görmemizi engelliyorsun, diyerek azarlamışlar Pinokyo’yu. Ancak sahnenin yukarısında kuklalara bağlı olan ipleri tutan sirk sahibi canlı bir kukla gördüğü için çok sevinmiş. “Böyle ipleri olmadan hareket edebilen bir kukla bana çok para kazandıracak” diye düşünmüş. Oyun biter bitmez Pinokyo’yu yakaladığı gibi kafese kapatmış. Pinokyo başına gelenlerin kendi suçu olduğunu Geppetto ustanın sözünü dinleyip okula gitse bunların hiçbirinin olmayacağını düşünerek, ağlamaya başlamış. Pinokyonun pişman olduğunu gören iyilik perisi hemen onun yanına giderek; – Babanın sözünden çıkmamalıydın! Ama pişman olduğunu görüyorum. Bunun için seni kurtaracağım. Ama bir daha yaramazlık yapma! Bu da sirke verdiğin para. Onu sakın boş yere harcama. Doğru okuluna git, diyerek Pinokyo’yu sirkin dışına çıkarmış. Pinokyo paralar elinde okula doğru yol almaya başlamış. Bir yandan da şarkı söylüyormuş. Pinokyo’nun şarkı söyleyerek yürüdüğünü gören kurnaz tilki ve arkadaşı kedi “Bu kukla ne kadar da neşeli, şunun bir yanına gidelim” diyerek Pinokyo’nun önüne çıkmışlar. – Hayrola Pinokyo? Böyle neşeli neşeli nereye gidiyorsun? Diye sormuşlar. Pinokyo da: – Kendime defter kalem alıp okula gideceğim, demiş. Kurnaz Tilki: – Defter, kalem alacak paran var mı? Diye sormuş. Pinokyo, büyükbabasının verdiği paraları göstermiş. Paraları gören kurnaz tilki ve kedi bir oyun oynayıp bu paraları almaya karar vermişler. Pinokyo’ya: – Okula gidip de ne yapacaksın? Bizim dediklerimizi yaparsan zengin olursun. Sen o paraları bize ver, biz de götürüp sihirli tarlaya ekelim. Senin de bir para ağacın olur, ihtiyacın oldukça bu ağaca gider, meyveleri olan paraları toplarsın, demişler. Hiç böyle şey olur mu? Ama Pinokyo söylenenlere inanmış elindeki paraları kurnaz tilkiye teslim etmiş. Paraları alan kurnaz tilki ve kedi hemen oradan uzaklaşmışlar. Tek başına kalan Pinokyo’nun yanında iyilik perisi belirivermiş. Pinokyo’ya: – Defter kalem aldın mı Pinokyo? Diye sormuş. Oysa peri paraları kurnaz tilkiye kaptırdığını biliyormuş. Sakın yalan söyleme yoksa seni cezalandırırım, diye uyarmış. Pinokyo uyarıya aldırmadan yalan söylemiş. – Defter, kalem aldım. Onları okula bıraktım, deyince yalan söylediğinden dolayı burnu uzamaya başlamış. Peri, Pinokyo’nun doğru söylemesi gerektiğini söyledikçe, Pinokyo başka yalanlar uyduruyor, burnu da uzadıkça uzuyormuş. Artık öyle bir hale gelmiş ki kafasını hiç bir tarafa çeviremez olmuş. En sonunda yaptığı hatayı anlamış, işin doğrusunu periye anlatmış, peri de akıllanan Pinokyo’nun burnunu eski haline döndürmüş. Bir sihir yaparak kurnaz tilkiye kaptırdığı paraların, Pinokyo’nun eline geri gelmesini sağlamış. Pinokyo’yu uyararak; – Bu paraları boşyere harcama, doğru okuluna git, diyerek ortadan kaybolmuş. Pinokyo paralar elinde yine şarkı söyleyerek yürümeye başlamış. Tenha bir yerden geçerken birisinin yüksek sesle güldüğünü işitmiş. Aynı anda karşısına kendisini hapseden sirk sahibi çıkıvermiş. – Gel bakalım buraya seni yaramaz. Geçen sefer elimden nasıl kaçtın bilmiyorum ama şimdi senin cezanı vereceğim, diyerek Pinokyo’yu kollarından tuttuğu gibi denize atıvermiş. Pinokyo denize düşünce, suyun üzerinde kalmış. Dibe batmıyormuş, çünkü Pinokyo tahtadan bir kukla olduğu için su kendisini kaldırıyormuş. Suyun üzerinde böyle batmadan kalmak Pinokyo’nun hoşuna gitmiş. Kollarıyla bacaklarını oynatarak yüzmeye başlamış. Kıyıya doğru yüzerken birden ne olduysa olmuş. Pinokyo kendisini karanlık bir yerde buluvermiş. Meğerse Pinokyo’yu kocaman bir balık yutmuş. Şimdi Pinokyo balığın midesinde duruyormuş. Pinokyo balığın midesinde bekleye dursun, biz gelelim Geppetto ustaya. Geppetto usta eve gelmeyen Pinokyo’yu çok merak etmiş. Paltosunu da Pinokyo’yu okula göndermek için sattığından hasta olmuş. Oğlu Pinokyo’yu aramak için hasta hasta yollara düşmüş. En sonunda Pinokyo’nun denize atıldığı yere varmış. Buradaki balıkçılara oğlunu görüp görmediklerini sormuş. Balıkçılar da sirk sahibinin, Pinokyo’yu denize attığını gördüklerini söylemişler. Geppetto usta balıkçılardan birisine, kayığıyla denize açılıp oğlunu bulmaya yardım etmesi için yalvarmış. Geppetto ustayı tanıyan ve onun ne kadar iyi bir insan olduğunu bilen balıkçı, bu isteği geri çevirmemiş. Birlikte kayığa binip denize açılmışlar. Kayık bir süre yol aldıktan sonra şiddetli bir rüzgar çıkmış. Büyüyen dalgalara kayık daha fazla dayanamamış, birdenbire devrilivermiş. Balıkçıyla, Geppetto usta kendilerini bir anda dalgaların arasında buluvermişler. Geppetto usta hem yaşlı olduğundan hem de yüzmeyi bilmediğinden denizin dibine doğru batmaya başlamış. Bu sırada Pinokyo’yu yutan balık, Geppetto ustayı da yutmuş. Geppetto usta da balığın boğazından kayıp midesine girivermiş. Balığın midesinde ağlayan bir çocuğun sesini duymuş. Bu sesi hemen tanımış. Bu, oğlu Pinokyo’nun sesiymiş. Geppetto usta oğlunu bulduğu için çok sevinmiş. Pinokyo’ya: – Pinokyo, oğlum ben baban, Geppetto. Hayatta olduğuna çok sevindim. Seni o kadar çok merak ettim ki. Babasının sesini işiten Pinokyo gözyaşları içerisinde boynuna sarılmış. – Senin sözünü dinlemediğim için çok özür dilerim babacığım, beni affet bir daha sözünden hiç çıkmayacağım, diyerek gözyaşı dökmüş. Pinokyo’nun gerçekten de pişman olduğunu gören peri kızı onları kurtarmaya karar vermiş. Geppetto ustayla, Pinokyo’yu balığın midesinden çıkarıp karaya çıkartmış. Kurtulduklarına çok sevinen Pinokyo, babasının elinden tuttuğu gibi evlerinin yolunu tutmuşlar. Pinokyo o günden sonra o kadar akıllı bir çocuk olmuş ki babasının sözünden hiç çıkmamış. Her gün okuluna gitmiş. Okul çıkışı ise babasının yanına koşarak ona işlerinde yardım etmiş. Peri kızı da Pinokyo’nun çok iyi bir çocuk olduğunu görüp onu ödüllendirmeye karar vermiş. Pinokyo’nun artık tahtadan değil de etten kemikten normal bir çocuk olması için büyü yapmış. Büyü gerçekleşmiş. Pinokyo gece yatağında, uyumak üzereyken birdenbire normal bir çocuğa döndüğünün farkına varmış. Artık tahtadan değil, etten kemikten bir çocukmuş. Sevinçle yatağından fırlayarak babasının yanına koşmuş. Geppetto usta, karşısında Pinokyo’yu bu şekilde görünce dünyalar onun olmuş. “En sonunda benimde gerçek bir oğlum oldu” diyerek sevinç gözyaşları içerisinde oğluna sarılmış. Baba oğul ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşamışlar.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Masal dinlemenin yaşı kaçtır?

Masal dinlemek Masal dinlemenin yaşı kaçtır? Eminim anne babalar bu sorunun cevabını bir çok kez düşünmüşlerdir. İnternette buldugum faydalı bir bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Masal dinlemenin yaşı; Toplumdaki genel kanının aksine küçük yaştaki çocuklara masal anlatılmaması gerektiğini belirten çocuk gelişimi uzmanları, masal anlatmak yerine resimli çocuk kitabı okunmasını tavsiye ediyor. Özellikle okulöncesi çocuklara, 3/4'ü resimle kaplı, sosyal çevresine ilişkin kavram ve kişilerin anlatıldığı kitapların okunmasını tavsiye eden Hacettepe Üniversitesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mübeccel Gönen, soyut düşünmenin 9 yaşından sonra başladığını, bunun için hayal gücüne dayalı masalların, küçük yaştaki çocuklara okunmaması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Gönen, 2 yaşından itibaren çocuklara, sadece resimlerden oluşan, akrabalar, hayvanlar, taşıtlar gibi sosyal yaşamdaki unsurları tanıtan yazısız kitapların anlatılabileceğini belirtİP ''Siz anlattıktan sonra resimleri çocukların anlatması isteyebilir, resimler üzerinde kavramlar ve kişileri öğretebilirsiniz'' diyen Prof. Dr. Gönen, yaş ilerledikçe yazılı kitaplara geçilebileceğini söylüyor. Okul öncesinde çocuklara kulaktan dolma masalların anlatıldığını ve bunların da çocuklarda korku yarattığını dile getiren Prof. Dr. Gönen: ''Çocuk soyut düşünemediği için masallardan korkuyor. Masallarda, kırmızı başlıklı kızdaki, Hansel ve Gretel'deki gibi katı unsurlar, çocukları korkutacak şiddet unsurları var. Çocuk bunlardan yoğun olarak etkilenebiliyor. Yaş ilerleyince masal çağı başlayınca, bunların gerçek olmadığını çocuk anlıyor. 9 yaşından sonra soyut düşünmeye başlıyor.'' diyor. Çocuklara her dönemde masal anlatılabilir,ama masallar çocuğun yaşına uygun,sade ve ilgisini çekecek nitelikte olmalı ve doğallığa, gerçekliğe yakın olan masallar tercih edilmelidir..Dört yaş altındaki çocukların masalları sade, anlaşılır ve korku öğeleri içermeyen masallar olmalıdır; görsellikle özellikle de resimli kitaplarla desteklenmelidir... . Masal anlatırken iyi bir seslendirme en önemli unsurdur. Kahramanların konuşmalarını onların fıtratlarına uygun şekilde seslendirmek; çocuğun dikkatini toplamasına, masalın akılda kalmasına hem de ritmik zekâsının gelişmesine yardımcı olur. Masalın en önemli özelliklerinden biri de çocuğun hayal gücünü geliştirmesidir. Çizgi film, çocuğun zihinsel melekelerinin gelişmesine,hayal kurmasına yardımcı olamaz. Masallarda ise çocuk her istediğini hayal edebilir. Okumaya başlar başlamaz masalları çocuk okumalı çünkü masal okumak; iyi bir okur olmanın keyifli yolu, ilk adımı, kitap okuma alışkanlığı kazanılmasının en etkili basamağıdır.

5 Nisan 2013 Cuma

Uyuyan guzel

Uyuyan güzel masalı Bir zamanlar bir Kral ile Kraliçe bir kız çocukları olunca bu mutlu günün şerefine bir ziyafet vermişler. Ziyafetten sonra Kral çevresindeki insanlara baba olmanın kendisini nasıl mutlu ettiğini anlatmış, zira yıllar yılı karısıyla birlikte hep bir çocuk sahibi olmayı beklemiş durmuş. Sonra bebeğin altını değiştirmeyi yeni öğrendiği sıralarda başına gelenleri anlatırken konukların hepsini güldürmüş. Derken konukların bebek Prenses’e hediyelerini verme zamanı gelmiş. Herkes hediyelerini verdikten sonra sıra on iki periye gelmiş. “Benim Prenses’e hediyem Mutluluk,” demiş birinci peri. Konuklar sevinçle alkışlamışlar, Kral’ın ağzı kulaklarına varmış. “Benim hediyem Güzellik,” demiş ikinci peki. “Benim hediyem Akıl,” demiş üçüncüsü. Böylece on bir peri hediyelerini tek tek vermişler. On ikinci peri tam hediyesini vermek üzereymiş ki, bir gökgürültüsüyle sarsılmış bütün saray. Kapılar ardına kadar açılmış, içeriye yaşlı bir kadın girmiş ayaklarını sürüye sürüye. Onu gören herkes korkudan gözlerini kapatmış. “On üçüncü peri!” diye bağırmışlar hep bir ağızdan. “Bana davetiye yok mu Kral?” demiş on üçüncü peri korkun sesiyle kapı ağzından. “Sana davetiye yollamayı unutmuş olmalılar,” demiş Kral kem küm ederek. “Hizmetkârlar! Sofrada hemen bir yer daha açın! Çabuk!” Aslında Kral onu bile bile davet etmemiş, çünkü sarayda periler için sadece on iki altın tabak varmış. O da düşünmüş taşınmış, çareyi birini davet etmemekte bulmuş. On üçüncü peri minik Prenses ’in kundağının yanına gitmiş. Bebek agu deyip minik elini ona doğru uzatmış. Derken peri birden, “Benim de prensese hediyem, on beşinci yaş gününde parmağına iğ batar batmaz ölmesi,” demiş iğrenç bir kahkaha atarak. Yine bir gök gürültüsüyle, kötü peri kaybolup gitmiş. Sarayın kapıları gürültüyle kapanmış ardından. Korkunç bir sessizlik kalmış geriye. Sonra Kraliçe ağlamaya başlamış. On ikinci peri öne atılmış. “Ben hediyemi vermedim daha,” demiş yumuşak bir sesle. “Kötü büyüyü bozamam belki, ama onu değiştirebilirim. Benim hediyem de büyüyü, Prenses ’in parmağına iğ battığında ölmesi yerine, yüz yıl uyuması şeklinde değiştirmek olsun o zaman.” Yıllar geçmiş aradan. Bebek büyümüş, sağlıklı, güzel, mutlu ve akıllı bir genç kız olmuş. Kral’la Kraliçe kötü büyüyü çoktan unutmuşlar. Zaten ülke içinde ne kadar iğ varsa, daha Prenses bebekken yok edilmiş. Prenses uzun yıllar güvendeymiş. Fakat tam da on beşinci yaşına bastığı gün Prenses daha önce hiç fark etmediği bir kapı keşfetmiş. Kapıyı açmış, kıvrıla kıvrıla yukarı çıkan bir merdivenle karşılaşmış. Merdiveni çıkınca üzerinde altın bir anahtar bulunan bir kapıya varmış. Kapıyı açınca, içerdeki küçük odada tekerlekli bir şeyi çalıştıran yaşlı bir kadın görmüş. “Ne yapıyorsunuz öyle?” diye sormuş prenses. Yaşlı kadın gülümsemiş. “İplik eğiriyorum!” demiş. “Orada öyle bakıp durma. Gel, bir de sen dene, hadi.” İği Prenses ’e doğru uzatmış. O anda olanlar olmuş. İğin sivri ucu Prenses ’in parmağına batmış, Prenses hemen yere yığılıp kalmış. Dışarıda, avluda tavuklar gıdaklamayı kesmiş. Prenses ’in köpeği, aşçının kedisini kovalamaz olmuş. Çalışma odasında kızının doğum günü davetiyesini yazmakta olan Kral’ın elinden kalem düşmüş. Mutfaktaki ocaklar yanmaz olmuş. Tüm saray uykuya dalmış. Yıllar yavaş yavaş akıp geçmiş. Saray unutulmuş. Ama olaydan yüz yıl kadar sonra bir gün yakışıklı bir Prens o civardan geçiyormuş. Uzaklarda dikenli çalılarla kaplı bir yer gözüne ilişmiş. Adamları gülerek bu büyülenmiş sarayla içindeki uyuyan güzel hakkında duydukları bir hikâyeyi aktarmışlar ona. ‘Ya doğruysa,’ diye düşünmüş prens ve atını dikenli çalılarla kaplı yola sürmüş. Önce çalılardan geçilecek hiç yol bulamamış. Çalılar hem çok sıkmış ve hem de üstüne tırmanılamayacak kadar dikenliymiş. Bakmış olacak gibi değil, çekmiş kılıcını ve yolunu açmak için çalıları kesmeye başlamış. Çalılıkları aşan Prens gördüklerine inanamamış. Her yer bir heykel gibi kıpırdamadan duran hayvanlar ve insanlarla doluymuş. Sarayın içinde dolaşmış. Güneşle aydınlanan pencerelerde tek bir sinek bile vızıldamıyormuş. Hiç kimse kımıldamıyor, hiç kimse cevap vermiyormuş sorularına. Derken kapısı yarı açık bir kuleye varmış. İçeri girmiş, kıvrıla kıvrıla yukarı doğru uzanan bir merdivenle karşılaşmış. Prens, merdivenlerin bittiği yerde, tepede altına benzer bir şeyin parladığını görür gibi olmuş. Merdivenleri çıkmış ve kendini Prenses ’in önünde bulmuş. “Uyuyan Güzel,” demiş fısıltılı bir sesle. Kızın güzelliğine dayanamamış, eğilip dudaklarından öpmüş. Prens onu öper öpmez Prenses gözlerini açmış. Onun uyanmasıyla birlikte sarayın mutfağında ocak tekrar yanmaya başlamış. Çalışma odasında Kral Lein den düşürdüğü kalemi almış ve kızının doğum günü davetiyesini yazmaya devam etmiş. Tavuklar yerdeki buğday tanelerini gagalamaya başlamış. Kulenin en üst katındaki odada Prenses karşısında Prensi görmüş. Yüz yıldan sonra ilk defa dudaklarında bir tebessüm belirmiş. “Benimle evlenir misin?” diye sormuş Prens fısıltıyla. “Evet!” demiş Prenses ve Prensi öpmüş. Kral bu güzel haberi alınca muazzam bir ziyafet hazırlatmış. Prens ile Prenses evlenmişler ve ömür boyu mutluluk içinde yaşamışlar.

Kul kedisi

Külkedisi Bir zamanlar güzeller güzeli bir kız varmış. Annesi ölünce babası yeniden evlenmiş. Üvey annesi de ilk evliliğinden olan iki kızıyla birlikte gelip eve yerleşmiş. Bu iki kız, yeni kız kardeşlerinden hiç hoşlanmamış. Odasında ne var ne yoksa tavan arasına fırlatıp atmışlar. Ona bir kardeş gibi davranmak şöyle dursun, bütün ev işlerini üzerine yıkmışlar. Ev işleri bittikten sonra bile kızın onlarla oturmasına izin verilmiyormuş. Akşamları, mutfakta, sönmekte olan ocağın önünde duruyormuş tek başına, ellerini küllere doğru tutup ısınmaya çalışarak. Bu yüzden üvey kız kardeşleri ona “Külkedisi” adını takmışla. Bir gün iki kız kardeşe sarayda verilecek bir balo için davetiye gelmiş. İkisi de heyecandan deliye dönmüşler. Herkes Prens’in evlenmek istediğini biliyormuş. ‘Bakarsın ikimizden birini seçer, belli mi olur?’ diye düşünmüşler. İki kız kardeş de kendilerini mümkün olduğunca güzelleştirmek için hemen kolları sıvamışlar. Fakat maalesef bu biraz zormuş, çünkü Külkedisi’nin aksine bayağı çirkinmiş her ikisi de! Balo akşamı, üvey kardeşleri gittikten sonra Külkedisi mutfakta oturmuş ve içn için ağlamaya başlamış. “Neyin var, neden ağlıyorsun Külkedisi?” diye sormuş bir kadın sesi. “Ben de baloya gitmek istiyordum,” demiş hıçkırarak Külkedisi. “Gideceksin öyleyse,” demiş ses. Külkedisi duyduğu sese doğru dönüp bakmış, şaşkınlıktan donakalmış. Güzel bir kadın duruyormuş yanı başında. “Ben senin peri annenim,” demiş kadın. “Şimdi kaybedecek zamanımız yok! Bana bir balkabağı getir hemen!” Külkedisi bir balkabağı getirmiş. Peri annesi sihirli değneğiyle dokununca, balkabağı birdenbire altından bir fayton oluvermiş. “Şimdi de altı fare…” Külkedisi altı fare bulup getirmiş, peri annesi onları hemen ata dönüştürmüş. “Bir sıçan…” Onu da arabacı yapmış. “Ve altı kertenkele…” Onları da faytonun arkasında koşacak altı uşağa çevirivermiş. Nihayet Külkedisi’ne gelmiş sıra. Peri değneğiyle bir dokununca Külkedisi’nin yırtık, pırtık giysileri nefesleri kesecek harika bir elbiseye dönmüşmüş. Ayaklarında bir çift camdan ayakkabı pırıl pırıl parlıyormuş. “Bir şey var yalnız,” demiş Peri. “Gece yarısına kadar eve dönmelisin. Saat on ikide elbisen tekrar eski giysilerine, faytonun balkabağına, atların fareye dönüşecek. Prens’in bunu görmesini istemezsin herhalde? Şimdi git, dilediğince eğlen.” O gece Külkedisi balonun yıldızı olmuş. Baloya katılan hanımlar (özellikle de iki üvey kız kardeşi) onun elbisesini çok beğenmişler ve terzisinin adını öğrenmek için ona yalvarmışlar. Beyefendilerin hepsi onunla dans etmek için birbirleriyle yarışmışlar. Prens ise götür görmez ona âşık olmuş! Ve o andan sonra hiç kimseye bu kızla dans etmek için izin verilmemiş. Saatler saatleri, dakikalar dakikaları kovalamış ve Külkedisi saat tam on ikiyi vuracağı sırada evde olması gerektiğini hatırlamış. “Gitme!” diye seslenmiş Prens arkasından, ama Külkedisi bir an bile durmadan koşup oradan uzaklaşmış. Sokağa çaktığında elbisesi tekrar eski elbiselerine dönüşmüş. Geriye kala kala camdan ayakkabıların bir teki kalmış. Diğer tekini nerede kaybettiğini bilmiyormuş. O gece Külkedisi uyuyana kadar ağlamış. Hayatının bir daha asla o geceki kadar harika olamayacağını düşünüyormuş. Ama bu doğru değilmiş. Ayakkabının diğer tekini sarayın merdivenlerinde bulmuşlar. Ertesi sabah Prens ev ev dolaşıp ayakkabıyı tek tek bütün genç kızlara denetmiş. “Bu ayakkabının dün gece karşılaştığım güzel sahibini bulamazsam yaşayamam,” demiş. Derken Külkedisi’nin evine gelmiş. Üvey kardeşleri ayakkabıyı denemişler. Olmamış. Ayaklarına girmemiş bile. Prens çok üzgünmüş, çünkü uğramadığı sadece birkaç ev kalmış. Tam oradan ayrılacakken evin hizmetçisi dikkatini çekmiş. “Hanımefendi,” demiş Prens Külkedisi’ne, “bir de siz deneseniz?” “O mu deneyecek? Ne münasebet!” diye haykırmış üvey kardeşler. Fakat Prens ısrar etmiş. Külkedisi’nin ne kadar güzel bir kız olduğu gözünden kaçmamış. Tabii ayakkabı Külkedisi’nin ayağına kalıp gibi oturmuş. Prens diz çöküp Külkedisi’ne evlenme teklif ederken iki üvey kardeşe de öfke ve kıskançlıkla olanları seyretmek kalmış. Külkedisi Prens’in teklifini tabii ki kabul etmiş.